GİRİŞ
Çağımıza damgasını vuran insan hakları kavramı ile
modern çağın birey ve toplum odaklı meslek ve
disiplini olan sosyal hizmet arasında derin
bağlantılar bulunmaktadır. Bu ilişkiyi ortaya
koyabilmek, sosyal hizmeti ve tüm uygulamalarını insan
hakları temelinde gerçekleştirmenin yegane yoludur.
Makalede bu ilişki irdelenmeye çalışılmaktadır. Anılan
ilişkiyi ortaya koyabilmek açısından sosyal hizmeti
ortaya koymak gerekmektedir.
SOSYAL HİZMET: KİMLİĞİ VE TANIMLARI
Sosyal hizmet mesleği, sosyal refah kurumunun insan
yaşamı içerisinde artan düzeyde işlevsellik
kazanmasının ürünüdür. Kut’un da belirttiği gibi,
sosyal hizmetin bir meslek olarak sosyal refah sistemi
içinde yerini alması, sosyal refah kurumunun
gelişmesinden sonra gerçekleşmiştir. Belki de böyle
bir mesleğe ihtiyaç duyulmasını, refah sistemi içinde
yer alan hizmetlerin, belirli bir gelişme aşamasında,
mekanik düzenlemelerden çok insancıl değerleri
gerektirmesi, hizmetlerin amacına ulaşabilmesi için
bir takım bilgi, beceri ve davranışların gerekli
olduğuna dair oluşan yaygın inanç sağlamıştır (Kut
1988).
Sosyal hizmet mesleği, sosyal refah alanı içerisinde
görev alan bazı meslek, disiplin ve kurumların yaşam
ve insan sorunlarının değişip farklılaşmasıyla
yetersiz kalabilmesi sonucunda ortaya çıkmış bir
meslektir. İnsan ihtiyaçlarını bir bütün olarak gören
sosyal hizmet, meslekleşme sürecinde kimi zorluklar
ile karşılaşmıştır. Bu güçlüklerin temelinde ise,
sosyal yardımlaşma ve dayanışmanın insanlık tarihi
kadar eski geleneksel bir uygulama oluşu gelmektedir.
Böyle bir uygulamaya bilimsel içerikli mesleki bir
oryantasyon kazandırmak kolay olmamıştır. İlkel
toplumlarda gerek bireysel düzeyde gerek toplumların
sosyal örgütlenmesi içinde insanların birbirleriyle
ihtiyaçlarına yönelik ilişkileriyle başlayan sosyal
yardımlaşma, günümüze gelinceye kadar, toplumların
sosyal, ekonomik, politik yapılanma biçimlerine göre
çeşitli evrelerden geçmiştir. Dinsel, flantropik,
utalitarien, hümanist ve nihayet sosyal adalet olarak
bilinen bu yaklaşımlar yüzyıllar boyu sosyal
yardımlaşma ve dayanışmanın dayalı olduğu düşünce
tarzını biçimlendirmiştir (Kut 1988:9)
Sosyal hizmet, başlangıcından beri insan ihtiyaçlarını
karşılama, insan potansiyel ve kaynağını geliştirme
üzerine odaklanan bir meslek ve disiplindir (United
Nations 1999:7). Nitekim literatürdeki tanımlar da
mesleğin bu özelliğini ortaya koymaktadır.
Sosyal hizmet mesleğinin literatürü incelendiğinde,
herkesçe kabul gören tek bir tanıma rastlanamamasına
rağmen varolan tanımlar aynı öğeleri içermektedir. Tüm
tanımlar incelendiğinde, sosyal hizmetin, bilgi
tabanına dayalı, yöntemleri olan ve sosyal refah
sisteminin kaynaklarını kullanan sosyal olarak
tanınmış bir meslek olduğu anlaşılmaktadır.
Pincus ve Minahan (1973: 9)’a göre, sosyal hizmet
uygulamasının odağı, insanlar ve kaynak sistemleri
arasındaki etkileşim ile bağlantılar ve birey ve
sistemlerin işlevselliğinde karşı karşıya kalınan
sorunlardır. Onlara göre, sosyal hizmet;
“İnsanların, yaşam amaçlarını, stres ile
başetmelerini, özlem ve değerlerini gerçekleştirme
becerilerini etkileyen insan ve çevresi arasındaki
etkileşimle ilgilidir. Sosyal hizmetin amacı, bu
yüzden, 1.insanların problem çözme ve başetme
kapasitelerini geliştirme, 2. insanlara, kaynak,
hizmet ve şanslar tanıyan sistemler ile insanları
bağlantılandırmak, 3. bu sistemlerin etkili ve
insancıl çalışmasını geliştirmek, 4. sosyal
politikanın geliştirilmesine ve ilerletilmesine katkı
vermek” olarak ifade edilebilir .
Bartlett (1970: 116) ise sosyal hizmetin odağını,
insanların başa çıkma aktivitesi ile çevreden gelen
istemler arasındaki ilişki olarak tanımladığı sosyal
işlevsellik olarak görmektedir. Bu tanımlama ile ilgi,
insan ve çevresi arasındaki alış veriş yolu ile ne
olduğu üzerine çekilmektedir. Böylelikle birey-durum,
birey-çevre mutlaka birlikte ele alınması gereken
kavramlara dönüşmektedir.
Bartlett ile fikir birliği içerisinde olan Gordon
sosyal hizmetin temel odağını, yine birey ve çevresi
olarak kavramsallaştırılabilecek, karmaşık yaşam
durumları içerisindeki bireyler olarak görmektedir.
William Schwartz’ın görüşüne göre ise, her mesleğin
toplumda özel bir işlevi vardır. Schwartz’a göre,
sosyal hizmetin görevi, birey ile toplum arasında, her
ikisinin karşılıklı doyum gereksinmelerini karşılayan
süreçleri uzlaştırmaktır. Schwartz’ın modeli, birey
ile toplum ilgilerinin aslında aynı olduğu sayıltısına
dayalıdır. Bununla beraber, karmaşık ve değişmekte
olan bir toplumda, bireyin topluma ait ve üretken bir
unsur olarak katılma arzusu ile toplumun kendi
üyelerini toplumla bütünleştirmek ve onları geliştirip
zenginleştirmek yeteneğinde tıkanıklıklara
rastlanmaktadır. Sosyal hizmetin müdahalesi bu
tıkanıklara; bireyin gelişme, toplumla bütünleşme
hızına ve toplumun çeşitli unsurlarını verimli ve
dinamik bir bütünde toplanması için harcanan
örgütlenmiş çabalara yöneliktir.
Schwartz’ın terimleri ile sosyal hizmet uzmanı birey
ile toplum arasında uzlaştırıcıdır. Gordon’a göre ise
birey ve çevresi arasında uyum sağlar. Bartlett’e göre
ise, bireyin başetme kapasitesi ile toplumun istemleri
arasında denge sağlamaya yönelir. Sosyal hizmet
uzmanları, bazen bireylere yönelik doğrudan değişme
stratejilerine, bazen çevreye yönelik doğrudan değişme
stratejilerine, bazen de birey ve çevre arasındaki
etkileşime yönelik doğrudan değişme stratejilerine
yönelebilir. Fakat her durumda, bu stratejiler
birey-durum (person-situation) etkileşiminin doğasını
değiştirmeye yönelir. Değişme, sosyal hizmetin mesleki
müdahalesinin odağı olduğu gibi, sosyal hizmetin
kendisi de bir değişme ajanıdır (Compton ve Galaway
1979: 5-7).
Görüldüğü gibi, sosyal hizmet mesleğinin odağı,
bireylerin toplum içindeki işlevsellik yeteneğini
etkileyen birey ve çevresi arasındaki (çevresi içinde
birey) etkileşimdir (Connoway ve Gentry 1988; Fink,
Pfouts ve Dobenstein 1985; Kut 1988; Pincus ve Minahan
1973).
Sosyal hizmet mesleğinin en üst düzeydeki amacı,
bireylerin ve tüm toplumun yaşam kalitesini
iyileştirmek, korumak ve/veya artırmak amacı ile
oluşturulmuş planlı değişme stratejileri yolu ile
müracaatçıların etkileşimlerini geliştirmektir
(Connoway ve Gentry 1988; Fink, Pfouts ve Dobenstein
1985). Sosyal hizmet insanlara;
1. İhtiyaç duydukları ve hakları olan kaynaklara
ulaşmalarında,
2. Problem çözme kapasitelerini geliştirmelerinde,
3. Müracaatçılara hizmet sunanların gelişimini
destekleme yolu ile örgütlerin gelişmesini teşvikte,
4. Özel ve kamu kurumlarında sosyal, sağlık ve
çevresel politikaları etkileyerek destek sağlar (Fink,
Pfouts ve Dobenstein 1985; Pincus ve Minahan 1973;
Skidmore ve Thackeray 1982).
Smalley (1967: 1)’e göre, tüm sosyal hizmet
faaliyetlerinin altında yatan amaç, sosyal iyileştirme
ve bireysel doyum için bireylerdeki insani gücü ve tüm
insanlık için kendini gerçekleştirmeyi mümkün kılan
toplumsal örgütlenme, sosyal kurumlar ve sosyal
politikanın gücünü ortaya çıkarmaktır. Sosyal hizmet
bu biçimde ortaya konduktan sonra insan hakları ile
ilişkisi ele alınmıştır.
SOSYAL HİZMET - İNSAN HAKLARI İLİŞKİSİ
Sosyal hizmet, tanımlarından da anlaşılacağı üzere,
bir meslek ve disiplin olarak ortaya çıkışından bugüne
insan ihtiyaçlarını karşılama, insan potansiyel ve
kaynağını geliştirme üzerine odaklanmıştır. Sosyal
hizmet ortak insan ihtiyaçlarını gidermeye birey, grup
ve toplum problemleri ile başetmeye çalışır ve tüm
insanların yaşam kalitelerini artırmaya yönelik
mesleki faaliyetler içerisinde bulunur. Özde, amacı bu
olan bir mesleki faaliyete girişme, açıkça, müracaatçı
kitlelerinin haklarını koruma ve daha iyiye götürme
anlamını taşır.
Sosyal hizmet mesleğini vücuda getiren iki temel nokta
vardır. Bunlar;
1. Bireyin değer ve onuruna saygı,
2. Uygun sosyal koşullar altında bireyin ve toplumun
değişip gelişebileceğine dair olan inançtır.
Herhangi bir mesleki faaliyeti sosyal hizmet
müdahalesi olarak değerlendirebilmek için bireyin
değer ve onurunu geliştirmesi, self-determinasyonunu
maksimize etmesi ve varolan sosyal koşulları
müracaatçı lehine geliştirmeye yönelmesi
gerekmektedir. Bu duruma dayalı olarak, sosyal
hizmetin teori, değer tabanı ve uygulaması ile insan
hakları kavramının yakından ilişkili olduğu göze
çarpmaktadır.
Sosyal hizmet temel ihtiyaçların karşılanması ve
sorunların çözümlenmesi ile ilgilenirken konuya
ilgisi, anılan ihtiyaçların giderilmesi ve sorunların
çözümlenmesinin insanlar açısından bir hak olduğu
nosyonundan kaynaklanır. Daha açık bir deyişle, sosyal
hizmet, tüm mesleki faaliyetlerini insanların ihtiyacı
olduğu için değil insanların hakkı olduğu için
gerçekleştirir. Yine sosyal hizmetin ilgilendiği her
temel ihtiyaç eşdeğer bir pozitif hakka
dönüştürülebilir (United Nations 1992). Bu nedenle,
sosyal hizmet mesleğinin ilgisine ve müdahale alanına
giren her konu esasen hak kavramı temelinde
tanımlanabilir, ele alınabilir. Örneğin; çocuk
yuvasında uyumsuz davranışlar gösteren bir çocuğun
davranışları, erken çocukluk döneminde yeterli ilgi ve
sevgi içeren bir ortamda yetişme hakkının ihlali
olarak tanımlanabilir.
Sosyal hizmet bir bütünün parçaları olan beş alanda
uygulanır. Bunlar, coğrafya, politika, sosyal
ekonomik, kültürel, manevi alanlardır (United Nations
1992). Esasen, bu beş alan ve özellikleri, mesleğin
insan hakları ile alan ilişkisinin niteliğini de
etkilemektedir. Baskıcı politik sistem, insan hakları
açısından uygulama için çerçeve yaratarak mesleğin
insan hakları ile olan ilişkisini sınırlayabilir.
Sosyo –ekonomik alanda varolan olanaklar (çalışma,
sağlık, eğitim, sosyal güvenlik, sosyal hizmetlere
ulaşma) yeterli değil ise sosyal hizmet mesleki
çalışmalarını bu kaynakların dağılımını dengelemeye
yönelterek temel insan haklarının gerçekleştirilmesine
çabalar. Yine sosyal hizmete çerçeve sağlayan manevi
alanda yer alan değerlerin insan haklarına uygun
olmaması durumunda anılan değerlerin değiştirilmesine
yönelik uygulamaların gerçekleştirilmesi mesleğin
temel fonksiyonu haline gelir.
Sosyal hizmet, mesleki uygulamalarını
gerçekleştirirken müracaatçılarının yararlarına en üst
düzeyde önem vermektedir. Müracaatçıların haklarını
savunan bir meslek olarak sosyal hizmet zaman zaman
kuruluşlar, toplum ve hükümet tarafından tehlikeli
olarak algılanabilmektedir. Esasen, böylesi bir durum,
sosyal hizmet açısından olumsuz olarak
nitelendirilmemelidir. Çünkü sosyal hizmet, bireysel
ve toplumsal düzeyde değişme ajanlığına yönelen,
varolan olumsuz sosyal koşullara birey ve toplum
refahı adına meydan okuyan (challenging) bir meslek ve
disiplindir. Tüm toplumun yararını gözeten bir denge
mesleği olarak sosyal hizmet, insan haklarını
korurken, kendisi için oluşabilecek tehlikeli durumlar
ile başetmeyi, her zaman değer ve felsefesinden ödün
vermeyerek başarmaya yönelmelidir.
Yine sosyal hizmet birey ve grup farklılıklarının
korunması ile ilgili bir meslek ve disiplin olarak
insan hakları kavramının gelişimine değerli katkılar
vermektedir.
Toplumun ve bireylerin, sosyal hizmet mesleğine
ihtiyaç duymasının en temel nedeni baskı sistemleri ve
adaletsizliktir. Sosyal hizmet, her tür uygulaması ile
insanların sosyal işlevselliğine ve refahına engel
olan toplumsal koşulların düzeltilmesi ve bireyin
geliştirilmesi amacına hizmet etmektedir. Bu amacı
gerçekleştirir iken ise sosyal hizmet, bireysel tedavi
ve sosyal reforma yönelmektedir. Mesleğin temel
amacının bireysel tedavi mi yoksa sosyal reform mu
olduğu sosyal hizmet felsefesinde tarihi bir tartışma
konusu olagelmiştir (Haynes, 1998, 501; Abramovitz,
1993, 6). Bu tartışma mesleğin niteliği ve insan
hakları ile olan ilişkisi açısından da son derece
büyük önem taşımaktadır. Sosyal hizmet mikro sosyal
hizmet uygulamaları ile, birey ya da küçük bir grubun
üyesi olarak birey üzerinde odaklaşır ve çevresel
stres ile başetmesinde bireye yardıma yönelir. Mikro
sosyal hizmet uygulamalarına, sosyal kişisel çalışma,
sosyal grup çalışması örnek olarak verilebilir. Makro
sosyal hizmet uygulamaları ise, birincil olarak toplum
ve geniş sosyal sistemlere yönelen ve amacı bu
sistemlerde değişiklik yaratmak olan uygulamalar olup
bireylerin sosyal işlevselliğinin, içinde yaşadığı
koşulların (durumun) uygunlaştırılması yolu ile de
arttırılabileceği inancına dayalıdır. Makro sosyal
hizmet uygulamalarına, toplum organizasyonu, sosyal
refah politikası oluşturma ve planlama örnek
verilebilir (Compton, Galaway, 1979, 10). Görüldüğü
gibi gerek makro gerekse mikro sosyal hizmet
uygulamalarında sosyal hizmetin mesleki etkinliğinin
odağı ya birey ya da durumdur. Bir başka deyişle,
sosyal hizmet hem bireyin hem de bireyin içinde
yaşadığı durumun sosyal işlevsellik ve sosyal refah
açısından daha iyi bir konuma getirilmesinde
fonksiyoneldir.
Bu açıdan, insan hakları adeta insan olmanın anlamı,
istenilen toplum biçimi ve onurlu bir insan yaşamının
ön koşullarını çizmektedir. Böyle bir idealin yaşama
geçirilmesinde belki de en etkin meslek sosyal
hizmettir. Çünkü sosyal hizmetin birey ve topluma
ilişkin temel felsefi değerlerine dayalı bir
uygulamada insanın değeri ve onuru ile sosyal adalete
dayalı bir toplum düşüncesi ön plana çıkmaktadır.
Sosyal hizmet ve insan haklarının bireye ve onurlu bir
yaşama ilişkin idealleri paralellik göstermektedir.
Çünkü sosyal hizmette tıpkı insan hakları gibi
çağımıza damgasını vuran iki temel kavramı tüm
uygulamalarına yansıtma amacındadır. Bu iki temel
kavram insan hakları literatüründe “özgürlük ve
eşitlik” olarak ortaya konmaktadır. İnsan hakları
kavramının bu iki temel kavramı, sosyal hizmet
literatüründe “self-determinasyon ve sosyal adalet”
olarak kendini göstermektedir. Sadece geleceklerine
yönelik kararları kendileri alan insanlar özgür olarak
nitelendirilebilirler. Özgürce karar alabilmek için
ise, insanların çok temel insan ihtiyaçlarından
yararlanabilmesi ve seçeneklerinin olması gerekir.
Böyle bir durum ise, sosyal adaleti gerektirmektedir.
Sosyal hizmetin, insana verdiği değer ve onun yaşaması
gerekli olan sosyal koşullara ilişkin tasarımı, insan
hakları kavramının tasarımı ile son derece paraleldir.
Şahin (1999b, 67)’in de belirttiği gibi, sosyal
adalete yönelmeden self-determinasyona yönelme ya da
self-determinasyona yönelmeden sosyal adalete yönelme
mesleki uygulamanın kısırlaşması ve hatta yapılan
mesleki faaliyetin sosyal hizmete aşina ancak
kesinlikle sosyal hizmet sayılamayacak bir faaliyet
olmasına yol açabilecektir Nitekim, literatürde,
sosyal hizmet mesleğinin, sosyal adalete,
self-determinasyona göre daha az yöneldiği ve
böylelikle mesleğin temel misyonundan zaman zaman
uzaklaşabildiği vurgulanmaktadır (Şahin, 2000; Şahin
1999b; Fiqueira, 1993, 179; Specht, 1990; Jannson,
1990; Dolgoff, 1981, 284-285). Mikro sosyal hizmet
uygulamaları ile alanda çalışan sosyal hizmet
uzmanlarının sosyal adalete sosyal refah politikasına
katılım yolu ile büyük katkılar verdikleri,
literatürde pek çok yazar tarafından belirtilmektedir
(Şahin 2000; Şahin 1999b; Fiqueira, 1993; 179; Specht
1990; Schorr, 1985; Jannson, 1990; Dolgoff, 1981,
284-285). Aynı zamanda, tüm makro sosyal hizmet
uygulamaları, self-determinasyonu temel bir öğe olarak
uygulamalarının temeline oturtmaktadır. Örneğin,
sosyal kişisel çalışma uygulaması çerçevesinde bir
müracaatçıya sağlanan sosyal yardım ya da müracaatçı
sisteminin sağlık yardımından faydalanmasını sağlamak,
özde, alanda çalışan sosyal hizmet uzmanları için, o
müracaatçı düzeyinde, sosyal adalete katkı anlamına
gelmektedir. Yine, benzer koşulları paylaşan yoksun
müracaatçı grupları için sosyal refah politikasını
etkileme, bir başka deyişle, durumun uygunlaştırılması
yolu ile sosyal işlevselliğin arttırılmasına yönelen
makro sosyal hizmet uygulamalarının başarısı, ancak, o
müracaatçıların yaşamlarını bütünsellik içerisinde
kavrayan mikro uygulamaların varlığı ve başarısına
bağlıdır. Bu anlamda, sosyal hizmet uygulamalarına
ilişkin yapılan makro ve mikro ayırımı sınıflandırma
açısından yapılmış bir ayırımdır. Bu açıdan sosyal
hizmet, insan haklarına yönelik katkılarını
artırabilmek açısından mikro ve makro sosyal hizmet
uygulamalarını bütünleştirmek ihtiyacındadır.
Uluslararası Sosyal Hizmet Uzmanları Federasyonu
aşağıda yer alan insan haklarını tüm sosyal hizmet
uzmanları için ortak standart ve rehber olarak ortaya
koymaktadır (IFSW 1999).
Yaşam: İnsan hakları çalışmalarında yaşam hakkı
temeldir. Sosyal hizmet uzmanları sadece yaşam
kalitesini tehdit eden insan hakları ihlallerine karşı
koymazlar, aynı zamanda yaşamı zenginleştirici ve
geliştirici mesleki faaliyetlere de yönelirler.
Sosyal hizmet fiziksel ve psikolojik sağlığın yaşam
kalitesi ile ilişkisinin farkında olarak mesleki
faaliyetlerini tasarlar. Önlenebilir hastalık ve
sakatlıklarla ile ilgili çalışmalarda bulunur.
Özgürlük: Tüm insanlar özgür doğarlar. Sosyal hizmette
tüm uygulamalarında insanın özgürlüğünü kısıtlayan
koşulları etkisiz hale getirme uğraşısındadır.
Eşitlik ve Ayrımcı Olmama: Tüm insanlar için eşitlik
ilkesi İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin birinci
maddesinde ortaya konur. Sosyal hizmet sosyal adalete
inanan bir meslek ve disiplindir. Dışta bırakılan
birey ve grupların haklarının savunulmasında sosyal
hizmet birincil rol oynamaktadır. Yine sosyal hizmet
ayrımcı olmaksızın, tüm grupların kamu ve sosyal refah
hizmetlerinden yararlanmasına çalışır.
Adalet: Sosyal adalet, sağlık, eğitim, fırsat
eşitliği, avantajsız gruplar ya da kişiler için
korumayı içermektedir. Sosyal hizmet tüm uygulamaları
ile müracaatçı kitleleri için sosyal adaleti
geliştirmeye çalışmaktadır.
Dayanışma: Sosyal hizmet, günlük uygulamalarında,
yoksullar ve baskı altına alınmış gruplar ile
dayanışma içerisindedir. Yoksulluk, açlık ve evsizlik
insan hakları ihlalidir. Sosyal hizmet uzmanları,
sosyal adaleti sağlamak için avantajsız grupların
haklarını savunmak durumundadır. Bir başka deyişle
dayanışma, insanlığın acı ve üzüntüsüne neden olan
koşullara yönelik olarak sosyal hizmetin taraf
olmasını gerektirir. Sosyal hizmet her türden
etkinliği ile insanların politik, sivil, sosyal,
ekonomik, kültürel ve manevi haklarını
gerçekleştirmelerine yönelir.
Sosyal Sorumluluk: Esasta sosyal sorumluluk, dayanışma
ilkesinin yaşama geçirilmesi olarak düşünülebilir.
Sosyal hizmet her zaman acı çeken ve avantajsız birey,
grup ve toplumların yanında olan ve onların haklarını
savunan bir meslektir. Bir bakıma sosyal hizmet
mesleği de, toplumun sosyal işlevselliğini tam olarak
sağlamayanlara yönelik sorumluluğunun sonucu olarak
düşünülebilir.
Barış ve Şiddetin Olmayışı: İnsan ilişkilerinde
çatışma önlenemez. Sosyal hizmetin amacı bireyin
kendisi ve diğerleri ile uyum içerisinde yaşamasını
sağlamak ile ilgilidir. Sosyal hizmetin barış yanlısı
olması, sosyal adaletsizliğin sürmesine razı olması
demek değildir. Sosyal hizmet, değişim için şiddet
içermeyen yolları her zaman denemekle yükümlüdür.
Çevre: Dünyamız sürekli olarak kirlenmekte, doğal
çevre bozulmaktadır. Doğa ile insan arasında varolan
denge sürekli bozulmakta, pek çok ülkede yaşam
kalitesi sürekli düşmektedir. Yanlış kalkınma
modelleri küresel kirliliğe katkıda bulunmaktadır.
Sosyal hizmet uzmanları, çevresel bozulmanın insan
yaşamına verdiği zararlar ile başedecek çalışmaları
yerine getirmek ile sorumludur.
SONUÇ
İnsan hakları sosyal hizmetin teori, değer tabanı,
etiği ve uygulamasının ayrılmaz bir parçasıdır. Sosyal
hizmet uzmanları mesleki müdahalelerinin her
aşamasında müracaatçılarının insan haklarını koruma ve
geliştirme sorumluluğundadır.
Bu nedenle, sosyal hizmet, özellikle sosyal adalete
yönelen makro sosyal hizmet uygulamalarını geliştirme
ve yaşamın her alanında insan haklarına yönelme
ihtiyacındadır.